30 Eylül 2009 Çarşamba

Uzak

İnsanlar ortasında yalnızım.
J.J.Rousseau

Kasabasında çalıştığı fabrikanın kapatılmasıyla işsiz kalan Yusuf, yük gemilerinde çalışmak için, reklâm fotoğrafları çeken akrabası Mahmut’un yanına İstanbul’a gelir. Ancak taşın sonradan görme olduğu caddelerde, insanlar içinde yalnızdır.

Mahmut kendini hiçbir toplumsal zümreye yakın göremiyor. Akrabasını hor, arkadaşlarını yoz… Dostoyevski’nin Yeraltı Notları’nda dediği gibi: “ne ben bir kimseye benziyordum, ne de herhangi biri bana benziyordu. Tek başımayım, ama onlar hep birlik” Ancak Zeki Demirkubuz’un Masumiyet filminin aksine, buradaki yeraltı insanı Mahmut direnişçi değil, “yeni insan”ın çoktan kendinden bir şeyleri bırakmışını sembolize eder. Hazin terk edilmişliği ile yapayalnızdır. Ataletin tutsağı bir yalnızlık… Ne eski eşine diyecekleri varken kurtulabiliyor bu ataletten, ne de “tam fotoğraflık bir manzara” ile karşılaştığında sıyrılabiliyor üşengeçliğinden.

Tek sığınağı Mahmut’un, Benjamin’in “iç mekân” olarak dile getirdiği, evi. İç mekânındaki tek özgürlük hamlesi ise oturduğu koltuktan porno izlemektir. “Yeni insan” dışarıda alçak gönüllü, zayıf ve katlanan iken, “iç mekân”da çatışmacı ve şiddete başvurur. Dışarıda, hayata, topluma karşı yapmak isteyip de yapamadıkları Mahmut ev içinde Yusuf’a karşı çıkardığı tartışmalarla ifade eder. (1)

Mahmut evini, Baudelaire’in dediği gibi “çokluğun yüreğinde, devinimin ağında ve akışında, kaçışan ve sonsuz şeylerin ortasında” kurmuştur. Ama yekvücut olamamıştır. Rahat soluk alabilmek için insansız Kabataş sahilini sığınak olarak seçmiştir.

Mahmut ile Yusuf’un didişmesi modern insanın içindeki insanlığın yoksullaşması, birbirlerine karşı sevgisizleşmesidir. Bu Oblomovluk halinden kurtulmadıkça da “kalabalık içinde kalabalıkla beraber” olunamayacaktır. Birey, kendi uzaklığının içine kapanacaktır.

0 comments:

  © Blogger template 'Minimalist E' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP