30 Eylül 2009 Çarşamba

Masumiyet

“İşte şu kara tablo, bir gece rüyasında
Görünmeyeni gören gözlerimin önünde açılan
Ve ötede, bu sessiz mağaranın bir köşesinde,
Bendim gördüğüm, dirseklerine dayanmış, soğuk, sessiz ve kıskanç
İmrenerek bu insanlara, inatçı tutkularından ötürü”
“Le jeu”, Baudelaire

20 yıllık aşkı Uğur’un peşinden sürüklenen varını yoğunu satmış Bekir, gençlik aşkı Zagor’un peşinden koşturup hayatta kalmak adına ses sanatçılığı ve orospuluk yapan Uğur... Ve bir “iyilik” uğruna kendini onların hayatlarının içinde bulan; namus davası yüzünden hapse girip, 10 yıllık mahkûmiyetten sonra dışarı çıkan Yusuf’un “namuslu” dünyada yer edinme kumarı Masumiyet.



“Yalama olmuş” kapılardan görebildiğimiz, izleyebildiğimiz, dinleyebildiğimiz konuşmalar; sürekli televizyon izleyip hayat ile bağıntısı olmayan konuşamayan/konuşmayan televizyon çocukları, kapıcı daireleri, boyası geçmiş duvarlar, kapılar, merdivenler, otel odaları Zeki Demirkubuz filmlerinin klişeleri. Masumiyet, Zeki Demirkubuz’un deyimiyle "Suça âşık bir adam, adama âşık bir kadın ve kadına âşık bir başka adam. ", bunun ötesinde toplumsal şiddete işaret eden bir duygusal şiddet hikâyesi.

Sokaklardaki yeraltı insanları, “bu itilmiş insanlar”, Dostoyevski’ye göre, “hiç olmazsa bir şey yapmaya çalışırlar; bir çıkış yolu bulmaya uğraşırlar; yanılgıya düşer ve böylece diğerlerini kurtarırlar; ama siz, biz, izleyiciler, okuyucular, Uzak’taki kentin Mahmut’ları, “ancak melodramatik bir aldırmazlık pozuyla sırıtmayı bilirsiniz.” Filmin sonundaki Samuel Beckett alıntısı da buna işaret etmektedir. Bu üç kesişen hayat Albert Camus’un Yabancı’sıdır: Saçma bir dünyada, saçma kavramından habersiz, saçma duygular içinde cebelleşen.

0 comments:

  © Blogger template 'Minimalist E' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP