20 Ağustos 2006 Pazar

denizli

pazartesi akşamı pamukkale ekspresi'ne binerek çıktık yola armağan'La. trendeki yerimiz inanılmaz rahatsızdı, ancak keyifli denebilecek bir yolculuk atlattık. esasında ben bir güzel uyudum da olan bir şey varsa armağan'a olmuştur. yemekli vagonda uzun kalmış olmanın etkisi çok diğer taraftan keyifli olmasına yolculuğun. trende başlayan yemek turizmi hızlı ve eğlenceli bir şekilde denizli'ye gelince de devam etti. Fatih ilk gün inanılmaz bir aşçılık performansı sergiledi. ben eve gidince uzanıp uyudum beklenildiği gibi, ama valla azıcık. uyandığımda mutfağa gidip tencerelerin kapaklarını açtım, çocuk muzurluğu ile. 2 tencere biber dolması, 1 tencerede de tavuklu mantarlı güveç gördüm. çok acıkmıştım. dokunmadan kapadım. ancak, uyuduğum zaman içinde planda değişiklik olmuş: fatih ile esra'nın ortak arkadaşları mehmet ve ferah'ın evine gitme kararı alınmış.

düştük yola. denizli tostu yedik, zafer gazozu içtik. dolaşalım dedik. "ben bir şey itiraf edeceğim", dedim. "doymadım!". hemen kokoreç yemeye gittik, yanında da yeni zafer fazozu içtik. ben eskisini daha sevdim. şişesi de daha güzeldi. buranın kokoreç'ine bir sürü domates, biber baharat bindirmiyorlar. adam gibi kokoreç veriyorlar, kimyon ekleyip. armağan'ın ilk kokoreciymiş. ardından adını unuttuğum çay bahçesi tadında bir yerde soda içerken armağan ile tavla oynadık. dedesinden başkası yenmiyormuş onu. haklı, çünkü çok hırslı. 1 el aldı. ama o el onda kalakaldı. 1 oyun 1 mars derken 5-1 bitti.
ikinci alışverişimizi yaptık mehmet'lere giderken. fatih mehmetlere vardığımızda mutfağa kapadı kendini, ikinci akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu. fırında kabak mücveri, elma dilim patates, nohutlu pilav ve yoğurtlu patlıcan salatası yaptı. közlenmiş patlıcanı tereyağında kavurdu, mükemmel oldu. ellerine sağlık bir kez daha.

2.gün
sabah erkeni bir kaç saat geçe uyandım ben, minik bir kahvaltı ardından düştük pamukkale yoluna. çocukluğumdan kalan paramparça anılı göz alıcı beyazlıktaki pamukkale'yi göremedim. sadece anılarımda varlığını koruyacak. öğle sıcağına kalmamız bir hata mı, yoksa aptallık mı, bilemiyorum. bu yorumu benim dışımda orada olanlara bırakıyorum. tanrım o ne sıcak! ve kalan o beyazlıktan nasıl bir yansıma, nasıl bir göz görmezlik. ama bastığın yerin dokusu vesuların ayaklardımdan akıp geçmesi, bir terasta toplandığında oluşan o turkuaz ne hoş. yok, yüzmedim. zor işler benim için. amele ötesi yandık sonuç itibariyle. ben biraz geometrik yandım, biraz acılısından.
elimizdeki tüm içecekleri ve yiyeceklerin bir kısmını bitirip, tekrar susadığımızda müze ve antik kalıntıları gezmeye başlamıştık. tiyatroya çıktığımızda içimiz kurumuş, dışımız terlemiş ve yorulmuştuk. her tarih gezisinde dile getirdiğim cümlenin bir benzerini kurdum "bile bile eziyet çekip küfredeceğini, niyedir bu merak?" bir de arkeolog falan olmak istiyordum zamanında, zamanında doğru karar verip vazgeçtiğim için tebrik ediyorum kendimi. azıcık kalan suyumuzu da burada bitirdik. az kalsın armağan kıymetlimissss olan suyu başına dökecekti. reflekslerimiz engel oldu, bi güzel içtik. tiyotraya oturup, armağan'ın makinesi ile nereden su alabiliriz ona baktık.
akşam esra bizi aldı, mantar restorant'a gittik. kaşarlı mantar ve mantar tatlısı yedik. buradan çıkıp bir yere gittik ama oranın da adını hatırlamıyorum.
daha sonra bir ara devam ederim. belki de etmem.

0 comments:

  © Blogger template 'Minimalist E' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP